''Ölüm nasihattir'' hadis-i şerifinin mahiyetini yeni anladım. 
Başına gelmeden, yaşamadan anlaşılabilecek bir şey değilmiş. Belki de benim kalbim bunu anlayamayacak kadar mühürlü, kim bilir.

Ölüm Müslümanca bir hayat yaşadıysa ölen için nimet, ama kalanlar için musibet olarak geliyor ve bir musibet bin nasihate denk düşüyor.

Ölümü yaşamak insanı bambaşka biri yapıyor sanırım ve olgunlaşma dediğimiz ve bana göre ölene kadar devam eden bu sürecin kırılma noktalarından biri de yaşadığımız ölümler.



Anladım ki, ölüm sıralı değilmiş.
Kalanın kendi başı "sağ" olsa da gidenin başı "sağ" olmadıkça başın sağ olsun sözü insanın pek kanına dokunuyormuş.
Kabullenme aşaması pek zormuş. Önce reddediş, sonra tekrar reddediş.
İlk başta yine uzağa işe gitti dönecek diye bekleyiş, sonra yavaş yavaş yerleşip en çok acıtan kısım: "artık istediğin zaman onu göremeyeceğin, artık onu bir daha asla göremeyeceğin'' gerçeği.
Miss gibi kokardı, biliyor musunuz?

İşin ironik olan tarafı 'her zaman Allah'a emanet ol Dayıcığım, derdim, her zaman. 
Her zaman derdim, çünkü işi riskliydi. Gidip de dönmemek vardı.
O gün kendine iyi bak, dedim. Onu Allah'a emanet etmedim. bilmeden...
Son görüşüm oymuş 2 saat sonra sapasağlam adamın ölüm haberi geldi.
Allah onu kendisine emanet ettirmemişti çünkü, emanetini tamamen almaya karar vermişti.

Şimdi en acısı bu kadar çok sevdiğiniz birinden geniş zamanın hikayesi ile bahsedecek zorunda olmak.
O bunu severdi, yapardı, giyerdi, içerdi, gelirdi, giderdi ve gitti.
Biliyorum, biliyorum, en sonunda hepimiz birer geçmiş zaman olacağız.

Not: Aslında epey oldu ama yazacak kadar kabullenememiştim.
Not2: Teknik bir sıkıntıdan dolayı yorumlarınıza dönemedim. En kısa zamanda döneceğim.