Geçmişten Bir Yaz

Bu haftaki misafir yazarımız çocukluğundan bir kesit paylaşmış bizimle. Sanki bir romanın başlangıç sayfası gibi olan bu satırlar bana keşke hikayenin devamı da olsa dedirtti. 

Siz ne düşüneceksiniz merak ediyor, sözü Lizzy'e bırakıyorum. 

Dedem bahçeye ilk defa o yaz salıncak yaptırmıştı. Yeterince hızlı sallanırsam salıncakların üzerindeki asmadan üzümleri koparabilirdim. Güneş ışıkları yüzüme yayılırdı, hızlıca yüksel ve üzümü kopar. Elifle sürekli yarışırdık. Bütün günümüz ya salıncak tepesinde yada çamurlar içerisinde geçerdi. Yan bahçede Nazire teyzenin kuyusuna gider su çekmeye çalışırdık, bize kızardı hemen arkasından da  salatalık verirdi, bu sebepten olacak ertesi gün tekrar giderdik ve yine salatalıklarımızı alıp dönerdik.

Geceler çatıda geçerdi. Sıcak azalır, esen yel denizin kokusunu getirirdi. Yemek, çay, çiğdem(çekirdek) ritüelinin ardından çatı sohbetleri başlardı. Yıldızların ışığında dedem korku hikayeleri anlatırdı, ütopik hikayeler değil, dini hikayeler. Sonra annem başlardı anlatmaya. Teyzem lafa girerse hepimiz kıkırdamaya başlardık ve konu her neyse muhakkak dağılıp giderdi. 

Gecenin en sevdiğim zamanları annemle yalnız kaldığımız nadir anlardı. Çatıdaki sedire uzanırdık. Annem eski şarkılardan söylemeye başlardı. (Bütün sanat müziği repertuarımı annemden dinlemiştim, belki de hala annem koktuğu için vazgeçemeyişim. ) Şair ruhlu kadındı annem, kitapları, şiirleri çok severdi. 

Dokunduğu, baktığı, konuştuğu her şey, her kelime ahenk kazanırdı. ‘Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğiiiiim’ derdi bana her sabah. Derdi, şimdi de diyor. Ama her zaman söylemedi, en çok söylemediği zamanları unutuyorum, insan hep güzel anıları hatırlamak istiyor.

Babam Amerika’da çalışıyordu, küçük olduğumuz için annem gitmek istememişti. Babamı çok özlerdim, ama söylemek istemezdim. Kız kardeşim ilk defa rüyasında babamı görüp uyandığında burnu kanamıştı, sonra da kanamalar devam etti durdu zaten. Babam için ağlayamazdım, ama ağlamak ihtiyaçtı. Bende Barış Manço’ya ağladım. Babam gitmeden 1 hafta önce vefat etmişti, hafta sonlarımızı sabah yatak uzatmalarını arkadaşsız bırakmıştı, hoş artık kendi evimde de değildim. Dedemlerin evinde ki askılığın arkasına girip uzun uzun ağlardım. Es kaza birine denk gelirsem herkes bilirdi; Barış Manço’ya ağlardım. Kimse babana üzülüyorsun demezdi, ben de demezdim, böylece yaşamak ve çocuk olmak daha kolay olurdu.



Tam 3 sene sonra babam artık bizimleyken benimle bahçeye gelmesini istedim( kendi evimizin bahçesine). Apartman görevlisi elinde hortumuyla bahçeyi suluyordu. Babama tüm kalbimle bence dünyanın en güzel mesleği bu, sende yapamaz mısın dedim. Bahçeyi beraber sularız, hava güzel olduğunda beraber bahçede yeriz yemeğimizi, hep evde bizimle olursun..

Her zorlukla beraber bir kolaylık var ve herkesin zorluğu kendine göre. İnsanı mutlu eden gerçekte ne? Dedemin asmaları mı,  çatı sohbetleri mi, yoksa sadece hayatta olduklarını mutlu olduklarını bilmek mi? Belki de çok basittir hayat, biz zorlaştırıyoruzdur.  Mutluluk bi’ çocuğun babasıyla güneşin altında ağaçları sulamasıdır. Dünyanın en güzel kıyafetlerini giymese de dünyanın en güzel yerinden, anne kucağından yıldızlara bakmasıdır.

Gençler bilebilseydi yaşlılar yapabilseydi. Nefes aldığım sürece diyorum.. Sizi çok özlüyorum.

Siz de burada misafir yazar olarak yer almak isterseniz nabrutvebiz@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.

Yorum Gönder

9 Yorumlar

  1. Sanki bir romanın arka kapak yazısı gibi:)... Duyguları aktarmada oldukça başarılı. Tebrik ederim çok hoş bir hikaye olmuş.devamı olsa merakla okurum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim güzel yorumlarınız için :) çok geç oldu kusura bakmayın, böyle güzel yorumlar almayı beklemiyordum sanırım :)

      Sil
  2. Çok keyif aldm okurken gercekten, devamini okumayi da cok isterim buradan da duyuralim ;)

    YanıtlaSil
  3. Çok sevdim anlatılanları..çocuk olup duyguları saklamak bile ne asil. .

    YanıtlaSil